HOŞGELDİNİZ

BU BLOGU ŞU ANDA GÖRÜNTÜLÜYORSANIZ SİZDE KORSAN HAKKINDA BİRŞEYLER ÖĞRENMEK İSTİYORSUNUZ DEMEKTİR VE EMİN OLUN DOĞRU ADRESTESİNİZ

20 Nisan 2007 Cuma





Hz. Ebu Eyyüb El-Ensari
“İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutana ne mutlu, onu fetheden ordu ne mutlu ordu.”
Anadolu…
Medeniyetlerin buluşma noktası..
Dinler tarihindeki son derece önemli yerini koruyan bu topraklar, 7. yüzyılda İslam ordularıyla tanışıyor. Müslümanlar iki kez İstanbul’u kuşatacak kadar Anadolu içlerine ilerliyor.
Peygamber efendimizin hadis-i şerifine mazhar olmak isteyen birçok kumandan İstanbul surları önünde görülüyor. İlk İslam ordusu 688 yılında Emevi halifesi Muaviye tarafından buralara sevk edildi. Birçok sahabi bu kuşatmaya gönüllü olarak katıldı. Bunların arasında Peygamberimizin alemdarı Ebu Eyyup el Ensari de vardı. Muhasara şiddetliydi. Ancak fetih bu orduya nasip olmamıştı. İstanbul fethedilemedi. Kuşatma esnasında bazı sahabeler şehit oldu. Birer gül gibi bu toprakların havasını manevi bir atmosfere dönüştürdüler. Bunlardan birisi Hz Ebu Eyyub El-Ensari idi.
Halife Muaviye’den sonra İstanbul’a yönelik fetih hareketlerinin ardı arkası kesilmedi. Halife süleyman 715 yılında kardeşi Mesleme bin Abdulmelik komutasındaki kara ve deniz kuvvetlerine İstanbul muhasarası emrini verdi. Mesleme bu muhasarada Bizanslara çok tehlikeli anlar yaşattı. Fakat netice alınmadan kuşatma sona erdi. ardından 781 yılında Harun Resit, 1090 yılında türk kavmi Peçenekler, malazgirt savaşından sonra Selçuklu Türkleri, 1390 baharında Yıldırım Beyazıt, 1411 yılında yıldırımın oğlu Musa Çelebi, 1422 yılında yıldırımın torunu 2. Sultan Murat… Bütün bu muhasara ve kuşatmalara rağmen İstanbul fethedilemedi.
Ve beklenen gün… Yıl 1453 mayıs ayı, yirmi sekizini yirmidokuzuna bağlayan gece, Bizansın son gecesi, Kumandan Fatih sultan Mehmet. Ordu Müslüman osmanlı ordusu. islam erleri… ve müjde.. yüce peygamberin müjdesi.. yürüyün gaziler... yürüyün Allah dostları.. İstanbul sizi bekliyor. Yürüdü Fatih, bir küheylanın üstünde haykırdı. Tarih o gür sesin karşısında titredi. Bizans korkuyla inledi. Ey gaziler, cenktir bu. Can gider şan kalır. Ya Bizansı alırım ya Bizans beni.. böyle haykırıyordu büyük komutan. Ve Asırlardır beklenen rüya gerçek oluyordu. Müjdesi çoktan verilmiş bir kutlu idealin gerçekleşmesiydi bu. Komutan Fatih sultan Mehmet. Ordu Fatihin ordusu. Müjdeler olsun size. Müjdeler olsun.
……
Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında havan toplarıyla surları deliyor. Gemileri karadan yürütüyor. Ordu saflarından Kuran sesleri.. Allah Allah sesleri gürlüyor İstanbul semalarında. Ulubatlı, surlara tırmanıyor. Surların tepesinden ateşler atılıyor, kızgın yağlar dökülüyor aşağı. Ulubatlı hasan tırmanıyor hala. Öyle bir tırmanış ki surların tepesinde bir armağan. Ve surlarda bir bayrak dalgalanıyor. “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne mutlu kumandan onu fetheden ordu ne mutlu ordu” ne mutlu onlara..
…………….
İstabul Fethedilmişti. Ebu Eyyub el-Ensari neredeydi. ne kadar sevinmişti Ebu Eyyub. Onu bulmak gerek. Fatih Ebu Eyyubun mezarını bulun diyor. Yetmiş yedi ermiş Hz Ebu Eyyub El Ensari’nin mezarını aramağa başlıyor. Onu bulmak istanbulun manevi fatihlerinden birine nasip oluyor. Akşemseddin Hazretleri… Fatihle beraber surların yakınına geliyor. Keşif ve murakabelerden sonra kabri buluyor. Tayin ettiği yer baş diğeri ayak ucuna olmak üzere kabrini üzerine iki fidan diktikten sonra bu bölgeden ayrılor. Fatih hocası Akşemseddin’e bir latife yapmak ister. Silahtarını çağırır. Ve çöyle der “şu yüzüğümü al Akşemseddin Hazretlerini işaretlediği yerin ortasına göm. Baş ve ayak ucuna Akşemseddin Hazretleri tarafından dikilen iki çınar fidanını da yerlerinden sök yirmi adım kıble tarafına aynı şekilde muntazamca dik. Kimseye görünmeden gizlice dön.”
Silahtaar Ağa verilen emri aynen yerine getirir. Ertesi gün Akşemseddin Fatihle birlikte Eyup Eyüp Sultan’ın medfun bulunduğu bölgeye gelir. Akşemseddein günümüzdeki Eyüp türbesinin bulunduğu yere gelip bir gün evvel Eyyup sultanın kabri olarak yere diktiği çınar fidanlarıyla hiç ilgilenmeksizin. Dosdoğru gider. Asasını Ebu eyyub kabrinin tam ortasına diker. Ve fatihin yaptığı değişikliği irdelermiş gibi “işte burası Ebu Eyyub’un kabridir” der. Ve şunu ilave eder. “burada altın bir yüzük görüyorum. Onu da çıkarıverin” Akşemseddin hazretlerinin gösterdiği bu iç içe keramet karşısında fatih ürperir. Akşemsettin fatihi daha da inandırmak ve memnun etmek için iki rekat namaz kıldıktan sonra asasıyla işaretlediği noktayı kazdırır. Derinliği iki metreye varınca bir dört köşe yeşil somaki mermer görünür. O taş kaldırıldığında altında Ebu eyyubun vücudu safran ile boyanmış kefen içinde taptaze belirir. Yeşil taş yine haliyle kapatılıp islam askerileri tevhit ve tezkir ile toprağını doldurur. Yerler değişen çınarların durumu Akşemseddine sorulunca orası da Eyup hazretlerinin yıkandığı mahaldir. Ayak altında kalmasın etrafını çeviriverin, çınarlar da silahtar ağanın hatırası olarak yerlerinde kalsın der.
Ebu Eyyup el Ensari Peygamber efendimizin ashabından. Asıl adı Halit bin Zeyd. Efendimiz 622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret edince Ebu Eyyub’un evinde misafir olur. Ebu Eyyub Peygamber Efendimizn bütün savaşlarına ve askeri faaliyetlerine iştirak etti. Bayraktarlığını yaptı. Peygamber efendimizin İstanbulla ilgili hadisine gönülden inandı. Onun vefatından sonra İslamı dünyanın dört bir yanına yaymak için İslam ordularıyla cihada katılmış ve cihadı bırakmanın Müslümanlar için büyük bir felaket olacağını savunmuştur. İstanbul’u fethe gelen İslam ordusuyla birlikte buralara gelmiş ve kuşatma esnasında hakkın rahmetine kavuşmuştur. Vefat etmeden önce şu vasiyeti yaptı. “Resulu ekremden İstabul surlarının yakınına salih bir kimsenin defnolunacağını işitmiştim. Bu nedenle vefatımdan sonra beni yıkayınız naşımı da müslüman ordusunun ilerleyebileceği en ileri noktaya götürüp defnediniz.”
Huzur içinde yattığı bu yerde türbe ve caimii yapılmış. Camiinin yapılmasından sonra halk semte Eyup, camiye de Eyup sultan camii demiş. Eyup semti, ve camisi osmanlı tarihi boyunca önemini korumuş halkın ve devlet ricalinin devamlı bir ziyaretgahı olmuş bu gün de burası peygamber aşıklarıyla dolup taşıyor.
Erkek kadın genç ihtiyar herkes buraya akın eder. Buranın atmosferinden feyz ve bereketinden faydalanır. İnsanların yürekleri inşirahla dolar. Gönüller Allah ve resulünün onun ashabının sevgisiyle dolup taşar. Tıpkı bahar yamaçlarında gezindiğinizi hissedersiniz. Fatihalar okunur türbe-i şerifeye girilir sureler okunur dualar yapılır. Mübarek peygamber dostunun manevi atmosferinde tövbe istiğfarlarda bulunulur.
……
Eyüp bambaşkadır. Burada insan huzur içindedir. Ebu Eyyub el-ensarinin havası bütün bir semti sarıp sarmalamıştır. kendine has rengi kokusu atmoferiyle eyüp her taraftan gelen ziyaretçilerine gönül ziyafetleri sunuyor.
Hele Avludaki güvercinler, Efendimizin sancaktarının bulunduğu bu camiinin avlusunda kümelenmişler. Huzur dağıtan uğultuları, sağa sola ani dalgalanmaları ve kanat şakırtıları ile mescide yaklaşan herkesi önce güvercinler karşılıyor. Güvercinler buranın ayrı bir güzelliği. Güzelim güvercinlere darı serpenler.. sağlık, afiyet niyetine şadırvandan sular içenler. Dua ikliminde çoşan ve kendinden geçenler.
………….
Ve Eyüp Sultan’da kuran tilaveti. Belli ki bunca insanı, İstanbul gibi darmadığınık ve semtleri birbirinden kilometrelerce uzak bir beldede mıknatıs gibi bu mescide çeken câzibelerden biri de işte bu dinlemeye doyum olmayan Kur'an tilâveti ve ziyafetidir.(kuran tilaveti verilir.)
Avlu mahşer yeri gibi, Hanımlar, genç kızlar, her yaştan, her yerden yüzlerce binlerce insan avluda. Allahın huzurunda ibadetlerini yapıyor.
…………Eyub’un bu manevi havasında kuşkusuz camiyi yaptıran padişahın büyük bir payı var. Fatih Sultan Mehmet.. Bir bakıma herşey onunla başladı. 1453 yılında İstanbul’u fethettikten 5 yıl sonra yani 1458 de Ebu Eyyub El Ensari’nin mezarı üzerine önce türbeyi sonra da camii medrese han hamama çarı Pazar gibi binaları yaptırdı.
Eyup Sultan Camii muhtelif tarihlerde tamirler görerek günümüze kadar gelebildi. Tarihi devirler içinde depremler camii dahil diğer mimari eserleri de tahrip etmiş. Osmanlı padişahları tarafından muhtelif devirlerde tamir ve ihya edilmiş ise de 1766 yılında meydana gelen bir deprem bilhassa Eyuüp camiinde geniş tahribat yapmıştır. Devrinin hükümdarı 3. selim harap olan Eyüp camii ile ilgilenerek Fatihin eserini ayakta tutabilmek için tamir ve ihyasını emretti. Ancak yapılan inceleme sonunda caminin kurtarılamayacağı kanaatine varıldı. Camii yıkılarak yerine yenisinin yapılması cihetine gidildi. 3. selim camiyi yeniden yaptırmaya karar verdi. 1798 de inşaası başlayan camii 1800 yılında tamamlandı.
Mimar Uzun Hüseyin Ağanın nezaretinde, Türk Barok stilinde yapılan yeni Eyüp camii plan itibariyle dikdörtgene yakındır. Eyüp sultan camiyinde harici ve dahili iki avlu bulunuyor. Dış avluya çarşıya bakan iki kapıdan girilir. Kapıların ön ve arka kısımları hadis ve ayetlerle süslenmiştir. Batı tarafındaki kapının ön kısmında “kim Allah için bir cami bina ederse Allah da ona cennette bir ev işna eder” yazıılı hadisi şerif dikkatiniz çeker. Kapının arka tarafına geçtiğinizde “camileri ancak Allaha ve ahiret gününe inanalar imar eder” ayetiyle göz göze gelirsiniz.
Dış avluya girerken avlunun ortasındaki şadırvana göze çarpar. Sekiz sütuna oturtulmuş bu şadırvan abdest almak isteyenlere bıkmadan su verir. Birkaç asırlık ağaçlar, huzur içinde yatanların mezarları ve türbeler, buraya uhrevi bir atmosfer kazandırıyor. Dış avluda ayrıca Hünkak Mahfeline giden asma bir kat bulunuyor. Bunun altında da beşer adet medrese odaları mevcut.
İç avluya ikisi dış avludan bir arka sokak tarafından olmak üzere üç kapıdan girilir. Bu avluya Harem avlusu da denir. Burada Ebu Eyyub El Ensari hz. türbe kapısıyla caminin cümle kapısı karşı karşıyadır.
Avlunun tam ortasında parmaklıklarla çevrili bir kısım görüyoruz. Eyüp sultan hazretlerinin cenazesi burada yıkanmış. Demir parmaklıklarla çevrili yerin dört köşesinde dört çeşmecik bulunuyor. Çeşmelerin üzeri 3. selimin tuğralarıyla tezyin edilmiş ayetlerle bezenmiş. Buraya gelenler bu çeşmelerin suyundan kana kana su içerek bereketinden istifade ediyor. Ortada 500 senelik bir çınar ağacı.. ağacın uç noktalarını ararken bakışlarımız ister istemez caminin minaretlerine takılır. Caminin iki minaresi bulunuyor. Minareler iki şerefeli.
Ezanı duyuyoruz. Minarelerden gelen ezan bizi coşturuyor. Derinlere daha derinlere götürüyor. Bu duygularla camiye giriyoruz. İçerde sıcak bir hava. Bu sıcak hava içinde göklerin yere eğildiğini yerlerin gidip göklerle bütünleştiğini yıldızların yerdeki çiçeklere göz kırptıklarını görür gibi oluruz. Caminin kubbesi altı sütun ve iki fil ayağına oturtulmuş.
Etrafı ayetlerle süslü caminin mihrabı mermer kaplamalıdır. Mihrab 3. mustafa zamanında vuku bulan depremde zedelenmiş ve yeniden tamir edilmiş.
Türk barok stilinin bütün zerafetini üzerinde taşıyan mermer mimber caminin doğu tarafında dışarıya taşkındır. Minberin alemi gümüşten olup 4. murat tarafından yaptırılmış.
Caminin sağ tarafında kadınların namaz kılabileceği bir bölme vardır. Bu bölmeye camiden girildiği gibi dış avludan da girilebilir. Cami içindeki pencereler sade bir görünümle karşımıza çıkar. Büyük kubbe ve yarım kubbelerin içindeki pencerelerin etrafı süslemelidir.
Bu iç görünüm içinde bütün inanmış gönüller kıldıkları namazlardan duydukları hazla yükselirler.
Hergün ve belki de her namaz vaktinde Hz Ebu Eyyub’e selam vermeden ayrılamazlar.
Burası da büyük sahabinin türbesi. Ebu Eyyub El Ensari hz. bu türbenin içinde yatıyor. Fatih sultan Mehmet tarafından inşa ettirilen türbe Fatih devri türbe mimarisinin bütün hususiyetlerini çağımıza aktarıyor.
Türbe sekiz köşeli bir planda olup tek kubbeli ve bütün cephesi küfeki taşındandır. Türbe cümle kapısının bulunduğu duvar kanadı hariç her duvarda altlı üstlü ikişer pencere bulunmaktadır. Camii avlusuna bakan bu pencere muvacehe penceresidir. 1. Ahmet tarafından yaptırılan bu pencereye Hacet penceresi adı da verilir. Hacet penceresinin ardındaki türbenin içinde yer alan bütün bezemeler ve diğer eşyaların her birinin bir anısı var. Türbenin içindeki ve dışındaki çiniler 16. yy dan başlamak üzere son devirlere ait muhtelif imalathanelerin eserleridir. Gometrik şekiller taşıyan mavi ve beyaz rengin hakim olduğu çiniler yan yana yerleştirilmiş bir bakıma bütün osmanlı çinilerini bir arada görme imkanı doğmuştur.
…………
Türbenin içine girdiğiniz zaman büyük sahabinin manevi havasına kapılırsınız. Bir heybet sarar içinizi geçmiş bütün ihtişamıyla canlanır gözlerinizin önünde. O eski dupduru günleri bir kere daha soluklar gürül gürül çeşmelerinden kana kana su içer ve başka bir alemde dolaştığınızı sanırsınız.
Asırlardır müminlerin ruhlarını temizleyen, ebedi saadete erdirecek sonsuz hayatın manevi huzurunu kalplerimizde ve ruhumuzda yaşatan bu mukaddes varlığın önüne geldiğimizde kalplerimizin derin bir huşu ile titrediğini görürüz.
Türbe içinde hat sanatının güzel örneklerine rastlarsınız. Yazıları her dönemin en iyi hattatları yazmıştır. Ziyaretçilerin dikkatini en çok çeken kubbealtı boşluğunu dolduran kristal avizedir. III. Selim tarafından türbeye hediye edilen bu avizenin eşine ancak Sultanahmet camiinde rastlayabilirsiniz.
Fatih Sultan Mehmet’ten sonra gelen bütün padişahlar, bu kıymetli armağanı ihtimamla muhafaza ederdi.. Tahta çıkacak padişahlar, evvela Eyüp Sultan Hazretlerini ziyarete gelir, burada dini merasim yapıldıktan sonra kılıç kuşanır, ondan sonra saraya gidip tahta çıkarlardı.
Eyüp bizim için o kadar önemli bir ziyaretgah olmuştur ki istanbulda sünnet olacak çocuklar, yeni evlenen çiftler ve ihtiyacı olan kim varsa türbe-i şerif’in giriş kapısının yanındaki Muvacehe-i Saadet Penceresi önüne gelir ve içten bir yakarışla burada dua ederler.
Hele sabah namazları… Eyüp’te iseniz ve sabah ezanıyla camiye davet ediliyorsanız bu davet Hazreti Hâlid'in camiinden geliyorsa icabet etmemek mümkün değil. sabah namazları bambaşkadır burada.
Sultan Fatih, Hz. Ebu Eyyüb’ün mezarı üzerine nurlu kubbeyi yerleştirdikten sonra camiiden başka medrese, mescid, hamam, imaret, çarşı, Pazar gibi binaları yaptırdı. Bu binalarda İstanbul ilk kez bir osmanlı külliyesine sahip oluyordu. Tarihi devirler içinde 16 hücreli medrese yıkılmış, iki bölümlü hamam ise ayakta. Fatih’ten sonra gelen padişahların her biri teberruken Eyüp yakınlarına bir güzel bina yaparak buraları cennete benzeyen bir yer haline getirdiler. Çeşitli yapıları benliğinde toplayan bu külliye, bazı vakıflar tarafından genişletildi zenginleştirildi ve yüzyıllar boyunca biçim değiştirerek günümüze kadar ulaştı.
Çevresi ve türbeler..
Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet yıllarında halktan kişilerin yanısıra birçok ünlü ismin defnedildiği Eyüp, sultanlardan sadrazamlara, şeyhülislamlardan vezirlere, kumandanlardan din, tasavvuf, ilim, fikir ve sanat adamlarına kadar çok sayıda ünlü şahsiyetin ebedi istirahatgâhı olmuştur.
Burada nice mimari eserler yapılmış. Sanat eserleri lahitler, mezar taşları, hazireler doğmuş. Burası muazzam bir tarih camiasıdır. Ayaktaki yapılarla yok olanların anıları arasında bizleri en çok çeken çınarlar, inip kalkan güvercinler ve herbiri bir heykel görünümünde olan mezar taşlarıdır. Kalkıp inen güvercinlerin kanat seslerine, hediyelik eşya satıcılarına rağmen mezarlıkların sessizliği bizleri kendine çeker. Yüzyıllar boyunca hiçbir şey bu derin sessizliği bozamamış. Çoğu Osmanlı büyüklerinin, sultanlarının, vezirlerinin burada türbe yaptırmalarının bir sebebi olmalıydı. İşte 1582 yılında sadrazam olan Siyavuş paşa ve onun türbesi. Burası her gün onlarca kişi ziyaret ediyor. Osmanlı imparatorluğunun ünlü sadrazamı Sokulu Mehmet Paşa 19 yakınıyla birlikte Eyüp Sultan türbesinin yanında yerini almış. Sultan Mehmet Reşad’ın türbesi de burada. Türk çini sanatının en güzel örnekleriyle süslenmiş. Bunlarla birlikte milletin hafızasında iz bırakan pek çok şahsiyet Eyüp’te. Türk istiklal harbinin muzaffer komutanı Maraşal Fevzi Çakmak, onun Şeyhi Mevlana Küçük Hüseyin, Büyük şair Necip Fazıl ve daha niceleri burayı ebedi istirahat yeri olarak seçmiş. Yaşamları boyunca elde edemedikleri rahatlığı ve huzuru belki buralarda arıyorlardı. İstanbul’un İslam diyarı olması için canlarını feda edenler, bugün bu topraklarda büyük sahabi Eyüp Sultan hazretleri ile uyumaktadır. Ölüler ve diriler Eyüpte her zaman yan yana her zaman iç içe.
Bu uyuyanlar arasından geçip tepelere tırmandığımızda Eyüp’ün yukarıdan bambaşka bir ihtişama kavuştuğunu görüyoruz.. burası Piyer Loti. Haliç’in manzarası buradan harika görünüyor. İstanbul’da uzun dönemler yaşayan ve gerçek bir İstanbul aşığı olan ünlü Fransız yazarı Pierre Loti’nin adını taşıyan kahveden Eyüp, haliç ve İstanbul bambaşka bir şekle bürünüyor. Pierre Loti’nin buraya gelerek Haliç’e karşı “Aziyade” adlı romanını yazdığı söylenir.
Koca Haliç bugün tertemiz. Eski şa’şaalı günlerini yaşıyor. Artık İstanbullular etrafında kurulan bahçelerde rahatça gezebiliyor ve eyübün manevi iklimini doyasıya teneffüs edebiliyor. Günümüzde feshane yeniden canlandırılmış. Eski adı Feshane-i Amire olan bu yapı en eski Osmanlı sanayi kuruluşlarından birisi. 2.Mahmut tarafından 1826 yapıldı. Mağrip ülkelerinde kullanılan fesler burada üretilmeye başlandı. Burası daha sonra başka dokuma ürünleri de üretti. Bugün feshane İstanbulluların vazgeçemeyeceği bir kültür merkezi.
…….
Eyüp uhrevi bir belde.. burası adeta ölümü güzelleştiriyor. Hızla şekil değiştirmesine rağmen eskisiyle yenisiyle hala capcanlı tarptaze.. Rahat ve huzur dolu manevi bir atmosfer soluklamak isteyenler için Eyüp ziyafetler sunuyor.

Hiç yorum yok: