HOŞGELDİNİZ

BU BLOGU ŞU ANDA GÖRÜNTÜLÜYORSANIZ SİZDE KORSAN HAKKINDA BİRŞEYLER ÖĞRENMEK İSTİYORSUNUZ DEMEKTİR VE EMİN OLUN DOĞRU ADRESTESİNİZ

23 Nisan 2007 Pazartesi

KUTSAL MEKANLAR VE HACC


KUTSAL MEKANLAR
Yüce dinimiz İslam’ın şartlarından beşincisi olan Hac, dünyanın her yerinden akın eden milyonlarca mümini buluşturan bir ibadettir. Hac mevsiminde Mekke, adeta Müslümanlarının buluşma noktası olur. Müslümanlar her yıl hacca gelerek orada buluşacak ki, birbiriyle tanışıp kaynaşsınlar. Birbirlerinin derdini öğrenip, derman olsunlar. Dünyanın değişik yerlerinden değişik bölgelerinden, farklı ülkelerden ayrı ırk, ayrı dil ve ayrı renkten olan Müslümanlar, Allah’ın davetine icabet ediyorlar, hac ibadetini yapmak için geliyorlar. Lebbeyk diyorlar hep bir ağızdan. Beytullah’a, o mübarek Kabeye akıyorlar. Bu Müslümanların birbirleriyle en büyük buluşmasıdır. Bu çok büyük bir birliktelik ve dayanışma örneğidir. Ve Allah’ın Müslümanlara bahşettiği bir lütuftur. Müminler hac esnasında Allahü Teala’nın huzurunda onun evine yönelerek aynı anda kıyama duruyor, rükuya varıyor, secdelere kapanıyorlar. Kabeyi aynı sevinç içinde tavaf ediyorlar. Hacerül Esved’i istilam ediyorlar. Tavaf sonrası Makam-ı İbrahim’de namaz kılıyorlar. Sonra da kana kana zemzem içiyorlar. Kuşkusuz bütün bunlar büyük hikmetler içeren ibadetlerdir.
Allah-ü Teala Bakara, suresi 128. ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
“Rabbimiz! Bizi, sana telsi,m olan kimseler eyle ve neslimizden sana teslim olan bir ümmet (çıkar)! Bize, (razı olacağın hac, kurban gibi) kulluk usullerimizi göster ve tevbelerimizi kabul buyur! Şüphesiz ki Tevvab (tevbeleri çok kabul eden), Rahim (merhameti bol olan) ancak sensin.
Sevgili Peygamberimiz de şöyle buyuruyor:
“Kim Hac yapmak isterse acele etsin. Çünkü olur ki insan hastalanır, (gitmeye mani) bir iş zuhur eder.”
Dünyanın çeşitli belde ve bölgelerinden aşkla şevkle büyük bir hasretle yola çıkan hacılar, bir an önce Beytullah’a ulaşmak, tavaf etmek, Arafatta vakfe yapmak, Müzdelifede durup şeytan taşlamak için taş toplamak, Mina’da azgın şeytanı temsilen taşlamak, sonra kurban kesip yeniden Beytullah’a, yeryüzünün en mübarek en mukaddes mescidine Kabeye kavuşmak için vakar, huzur ve vecd ile vazifelerini tamamalma çabasındadırlar. Beyaz ihramlar içinde insanlar bir iman, bir aşk ve bir hasret ırmağı misali Harem’in kalbine akıp gitmektedirler.
İşte bu kutsal topraklarda Hac esnasında ziyaret edilmesi gereken bir çok yer vardır. Bunlardan ilki, elbette ki Kabe’dir.
KÂ’BE
Kabe... insanın ilk gördüğünde kalbinde fırtınalar kopartan, heyecandan ayağını yerden kesen o mukaddes ev.
Kabe... insanın ilk gördüğünde her ne dilerse kabul edilen, ilk gördüğü anda yaptığı dua asla geri çevrilmeyen o mübarek ev.
Kabe... müslümanların buluşma noktası, nabızlarının aynı anda tutulduğu yer... müslümanların kıblesi, yeryüzündeki en kutsal yeri. Hz. İbrahim’in putları kırıp geçirdiği, Sevgili Peygamberimiz (sav)’in putlardan temizlediği Beytullah, Allah’ın evi.
Kabe’nin inşası hakkındaki rivayetler şöyledir:
Hz. Adem ile Hz. Havva Cennet’ten çıkarıldıklarında, yeryüzünde farklı yerlere gönderildiler. Adem (as) melekler tarafından Hindistan’ın güneyindeki Seylan Adası’na bırakıldı. Havva annemiz de, Kızıldeniz kenarındaki Cidde şehrinin bulunduğu yere indirildi.
Her ikisi de uzun süre ayrı kaldılar. Yaptıkları hatadan dolayı Allah’tan af dileyip tevbe ettiler. Sonunda tevbeleri kabul oldu. Ve Mekke’de bulunan Arafat Dağı’nda buluştular. Birbirlerini bulduklarında her ikisi de ağlayarak tekrar tevbe ettiler.
Birbirlerini kavuştuktan sonra Kabe’nin bulunduğu yere geldiler. Ve ilk ibadet yeri olarak Kabe’yi yaptılar. Sonra Nuh tufanında Kabe’nin temelleri kayboldu. Hz. İbrahim, Allah’ın emrine uyarak Kabe’nin olduğu yere gitti. Hz. Şit tarafından yapılan temelleri buldu. Ve o temeller üzerine bugünkü Kabe’yi inşa etti.
Ebrehe, koca fil ordusuyla yıkmaya gelse de, Allah Ebabil kuşlarıyla o koca orduyu darmadağın eder. Ve Kabe, bütün ihtişamıyla ve tüm manevi yüküyle günümüze kadar Allah tarafından sürekli korunur.
Sözlükte, geometrik şekillerden “küb” anlamına gelen Kâ’be, Mekke’de Mescid-i Haram denilen Cami-i şerîfin ortasında yaklaşık 13 m. yüksekliğinde, 11-12 m. eninde taştan yapılmış kare şeklinde bir binadır. Kur’ân’da Kâ’be; bu ismin dışında bir çok isimlerle zikredilmektedir. Bu isimler şunlardır: El-beytü’l-haram (saygı duyulan evi), el-beytü’l-muharrem (saygın kılınmış ev), el-beytü’l-atîk (eski ev), el-beytü’l-ma’mûr (imar edilmiş ev) ve el-beyt (ev)
Kâ’be, Beytullah (Allah’ın evi) diye de anılır. Kâ’be’nin doğu köşesine, Rüknü Hacer-i Esved, Güney köşesine Rüknü Yemânî, Batı köşesine Rüknü şâmî, Kuzey köşesine, Rüknü Irâki denir. Kuzey batı tarafında Hatîm ve Mîzâb-ı Kâ’be, Kuzey doğu duvarında kapı, Kuzey-doğu duvarı karşısında Makam-ı İbrâhim ve zemzem kuyusu, Doğu köşesinde Hacer-i Esved vardır.
Kâ’be günümüze kadar bir çok kere tamir edilmiştir. Hala bu mübarek evin bakımı büyük önemle yapılmakta, her sene, üzerinde hac âyetlerinin yazılı olduğu siyah ipek örtü ile örtülmektedir. O yıl kendisine gelen hacıları misk gibi gül kokularıyla karşılamakta, onlara yeryüzündeki en güzel misafirperverliği göstermektedir. Çünkü Kabe, yeryüzündeki en güzel ev sahibidir.
MESCİD-İ HARAM
Mescid-i Haram, Mekke’de ortasında yer alan, içinde Kâ’be’nin de bulunduğu Cami-i şeriftir. Halk arasında Harem-i şerif de denir. Yer yüzünde ilk yapılan Mesciddir. Mescid-i Haram’da kılınan namaz diğer mescidlerde kılınan
namazlardan yüz bin kat daha fazla sevaptır.
KIBLE
Sözlükte cihet, yön anlamına gelen kıble, dînî bir kavram olarak, Müslümanların namazda yönelmiş oldukları yön, Kâ’be manasına gelir.
Müslümanların kıblesi, Mekke’de bulunan Kâ’be’dir. Kâ’be’yi görenler için kıble, Kâ’be’nin bizzat kendisidir. Orada namaz kılarken, kabe’yi görenler secde yerine değil, bizzat Kabe’ye bakarak namazlarını eda ederler.
Kâ’be’yi görmeyenler için kıble, Kâ’be’nin bulunduğu taraftır. O tarafa yönelerek namazlarını secde yerine bakarak eda ederler.
Kâ’be’nin göğe doğru ve dünyanın merkezine doğru uzantısı da kıbledir. Namazda bu cihete yönelmeye istikbâl-i kıble denir.
ARAFAT
Sözlükte bilme, anlama ve tanıma anlamlarındaki a-r-f kökünden türeyen “Arafat”, Mekke’nin 25 km. güney doğusunda ova görünümünde düz bir alanın adıdır. Doğu, kuzey ve güneyi dağlarla çevrilidir.
Arafat, Hıll bölgesinde Harem sınırları dışında kalır. Harem sınırı ile Arafat arasında Urene vadisi vardır. Arafat’ın ortasında “Cebel-i Rahme” (rahmet dağı), batısında “Nemîre Mescidi” yer alır. Arafat, günümüzde ağaçlandırılmış ve dokuz oto yol ile Müzdelife’ye bağlanmıştır. Haccın aslî rüknü olan vakfe burada yapılır.
O gün geldiğinde, heyecanı daha da artmış olan hacı adayları, akın akın Arafat’a akarlar. Hepsi bembeyaz, nurdan melekler gibidirler. Az sonra hepsinin tüm günahları Arafat meydanına dökülecek. Melekler ise dökülenleri her sene olduğu gibi bu sene de süpürecek. Çünkü bütün hacı adayları, Arafat’ta vakfeye dizilecek!
"Vakfe", durmak demektir. Arafat Vakfesi ise belirlenen zamanda hac için ihramlı olarak Arafat sınırları içinde bulunmaktır. Arafat vakfesi, haccın en önemli rüknüdür. Çünkü süresi içinde orada bulunamayanlar o sene hacca yetişememiş sayılırlar. Hz. Peygamber "Hac Arafat’tır" buyurmuştur. Vakfenin yapıldığı geniş alanın sınırları levhalarla gösterilmiştir. Arafat vakfesinin sahih olabilmesi için hac ihramına girmiş olmak ve belirlenen süre içinde Arafat’ta bulunmak gerekmektedir.
Harem Bölgesi
Sözlükte yasak bölge anlamına gelen “Harem Bölgesi”, Mekke ve çevresine verilen bir isimdir. Mekke ve çevresine bu ismin verilmesi, zararlılar dışındaki hayvanlarının öldürülmesinin ve bitkilerinin koparılmasının yasak olması sebebiyledir.
Harem bölgesinin sınırlarını ilk defa Hz. Cibrîl’in rehberliğiyle Hz. İbrâhim (a.s.) belirlemiş, sınırları gösteren işaretler daha sonra Hz. Peygamber (a.s.) tarafından yenilenmiştir. Bu sınırların Kâ’be’ye en yakını, Mekke’ye 8 km. mesafede Medine istikametinde “Ten‘îm”; en uzak olanları ise Tâif yönünde “Ci‘râne” ve Cidde istikametinde Hudeybiye yakınlarında “Aşâir”dir. Diğerleri; Irak yolu üzerinde “Seniyyetülcebel”, Yemen yolu üzerinde “Edâtü Libn” ve Arafat sınırında “Batn-ı Nemîre”dir.
Kur’ân-ı Kerîm’de Kâ’be’ye “el-beytü’l-harâm”, onu çevreleyen mescide “el-mescidü’l-harâm” denildiği gibi, bu mescidin içinde bulunduğu Mekke şehri de “harem” yani “saygıya lâyık” sözüyle vasıflandırılmıştır.
Harem bölgesinde ikamet edenler (Mekkîler), hac için bulundukları yerde; umre için “Hıll” bölgesine çıkarak mesela Ci’râne ve Ten’îm gibi Harem bölgesi dışındaki bir yerde ihrama girerler.
Hıll Bölgesi
Sözlükte serbest bölge anlamına gelen “Hıll Bölgesi”; Harem Bölgesini çevreleyen, Zülhuleyfe, Cuhfe, Karn, Yelemlem ve Zât-ı Irk adındaki yerleşim yerlerini birleştiren itibâri daire ile Harem sınırları arasında kalan bölgedir. Bu bölgeye “hıll” adı; harem bölgesinde haram olan işlerin burada helal olması sebebiyle verilmiştir. Hıll bölgesinde bulunanlar (Hıllîler), umre ve hac için bulundukları yerde ihrama girerler.
Âfâk Bölgesi
Afâk” , “ufuklar” anlamına gelir. Ufuk, insanın bulunduğu yere göre uzağı temsil ettiği için Mekke’ye uzak ve hıll dışında kalan bölgelere “âfâk” ismi verilmiştir. Bu bölgede yaşayanlara “âfakî” denir.
Hangi maksatla olursa olsun harem bölgesine girecek olan âfâkîlerin Mîkat sınırlarında ihrama girmeleri gerekir. Âfâkîler, hıll bölgesini çevreleyen beş noktadan birinde veya onların hizalarında ihrama girerler. Buralara ulaşmadan önce de ihrama girilebilir.
Ihrama girmek, hacılar için ayrı bir heyecandır. Bu adeta, manevi olarak dünya elbisesinden kurtulup, ahiret elbisesini giymek gibidir. Başka bir dünyaya yeniden doğmak gibidir. Geçmiş günahlara kalın bir sünger çekip, kalan ömrün için bembeyaz bir sayfa açmak gibidir. Sanki giyilen ihramla, bembeyaz sayfalı yeni bir sözleşme imzalar insanoğlu... bundan sonra iyi bir kul olacağına, artık kul hakkına girmeyeceğine, eskisi gibi dünyaya fazla dalmayacağına, ahireti için daha fazla mesai ayıracağına söz veriyor gibidir. Sözden de öte, sanki yemin vermekte, and içmektedir!
İhrama girme yeri olarak belirlenmiş olan bu beş nokta şunlardır:
ZÜLHULEYFE
Zülhuleyfe, Medinelilerin ve Medine üzerinden Mekke’ye gelenlerin mîkâtıdır. Medine’nin 11 km güneyinde Âbâr-ı Ali diye bilinen yerdir. Yaklaşık 450 km.lik mesafesi ile Mekke’ye en uzak mîkât burasıdır. Hz. Peygamber (a.s.) Veda Haccı için burada ihrama girmiştir.
Şâfii mezhebine göre hac ve umre dışında başka bir maksatla Harem bölgesine ihramsız olarak girilebilirse de ihramlı olarak girilmesi daha faziletlidir.
CUHFE
Şamlıların ve Mekke’ye Şam tarafından gelen Mısırlılar ile Kuzey Afrikalıların mîkatıdır. Mekke’ye yaklaşık 187 km. uzaklıktadır. Zamanla Cuhfe terkedilmiş ve daha güneyde, Kızıldeniz kenarında yer alan Râbiğ adındaki yer mîkat olarak kullanılır olmuştur. Günümüzde ise Cidde ve Medine, otoyollarla Mekke’ye bağlandığın için Cuhfe gibi Râbiğ da önemini yitirmiştir.
KARN
Necd ve Kuveyt bölgesinden gelenlerin mîkatıdır. Mekke’ye yaklaşık 96 kilometredir. Günümüzde bu Mîkat, “Seyl” diye anılmaktadır.
YELEMLEM
Yemenlilerin mîkatıdır. Mekke’nin güney-doğu yönünde yer alır. Mekke’ye yaklaşık 54 km.lik mesafesi ile Mekke’ye en yakın mîkattır.
ZÂT-Ü IRK
Mekke’ye Irak yönünden gelenlerin mîkatıdır. Mekke’ye uzaklığı yaklaşık 94 kilometredir.
Bu mîkat yerlerini Peygamberimiz (a.s.), şöyle bildirmiştir:
“İbn Abbâs (r.a)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Resülullah (a.s.) Medineliler için Zülhuleyfe’yi, Şamlılar için Cuhfe’yi, Necidliler için Karnü’l-Menâzil’i ve Yemenliler için Yelemlem’i mîkat olarak belirledi. Bu sayılan yerler, buralarda
yaşayanlar ile buraların yerlisi olmayıp da hac veya umre yapmak için gelmiş olanların mîkatıdır. Bu noktalar ile Mekke arasında bulunanlar ise bulundukları yerde -hatta Mekkeliler Mekke’de- ihrama girerler.”
“Hz.Aişe (r.a.) şöyle demiştir: Nebi (s.a.v) Iraklılar için Zât-ı Irk’ı mîkat olarak belirledi.”
Bu yerlere uğramayanlar buraların hizalarından ihrama girerler. Deniz ve hava yolu ile yolculuk yapanlar, gemi ve uçaklara binmeden önce ihrama girebilecekleri gibi bindikten sonra da ihrama girebilirler.
Mîkat sınırlarından önce ihrama girilebilir. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre mîkâttan önce ihrama girmek mekruhtur.
Bir kimse, hac ve umre maksadıyla değil de, bir iş için ya da ikamet maksadıyla Hıll bölgesine, mesela Cidde’ye gelir de sonradan hac veya umre yapmak isterse, bulunduğu yerde ihrama girer.
MESCİD-İ NEMÎRE
Mekke’de Arafat bölgesinin kuzey-batı tarafında Müzdelife istikametinde Urene vadisi sınırları içinde bulunan mescidîn adıdır. Hacda arefe günü arefe hutbesi bu mescitte okunur.
MAKAM-I İBRAHİM
Hz. İbrâhim’in Makamı demektir. Hz. İbrâhim (a.s)’ın Kâ’be’yi inşâ ederken iskele olarak kullandığı veya halkı hacca davet ederken üzerine çıktığı taşın bulunduğu yerdir. Bu yer, Kâ’be’nin doğu tarafında, zemzem kuyusu ile Kâ’be’nin kapısı arasındadır. Buradaki taşta ayak izi vardır. Taş, cam bir fanus
içine alınmıştır.
ÂFÂK-ÂFÂKÎ
Sözlükte ufuklar anlamına gelen “âfâk”, “mîkât” sınırları dışında kalan bölgelere, “âfakî” ise bu bölgede yaşayanlara denir.
ALTINOLUK (MİZÂB)
Kâ’be’nin damında biriken yağmur sularının dışarıya akmasını sağlamak amacıyla Hatîm’in bulunduğu taraftaki duvarın üstüne yerleştirilen altından yapılmış oluktur.
CEMRE
Cemrede duyulan heyecan ise bambaşkadır. Müminler burada, her attıkları cemre ile adeta günahlarına hedef alırlar. Ve kovulmuş şeytanı taşlayarak, bir daha ona aldanmamak için söz verme yarışındadırlar.
Sözlükte çakıl taşı ve ateş koru anlamına gelen “cemre”, bir hac terimi olarak, haccedenlerin kurban bayramı günleri Mina’da, halk arasında şeytan diye isimlendirilen yerlere attıkları küçük taşların her birine denir. Bu taşların atıldığı yere de mecazi olarak cemre denir.
CEMRE-İ AKA’BE
Mekke yönündeki cemrelerin ilkine verilen isimdir. Bu cemreye Büyük Cemre, halk arasında ise “Büyük şeytan” denir.
CEMRE-İ VUSTA
Orta Cemre demektir. Mekke yönündeki ikinci cemredir. Halk arasında “Orta şeytan” denir.
CEMRE-İ ULÂ
Birinci cemre demektir. Mekke yönünden üçüncü cemredir. Halk arasında bu cemreye “Küçük şeytan” denir.
HACER-İ ESVED
Hacer-i Esved, Siyah taş demektir. Kâ’be’nin doğu köşesinde bulunan 18-19 cm kuturunda kırmızımsı, siyah ve parlak bir taştır. İbrâhim ve İsmail (a.s) tarafından Kâ’be inşa edilirken Ebû Kubeys dağından getirilmiştir. Kâ’be’nin doğu köşesine, tavafa başlangıç işareti olarak konulmuştur.
Peygamber Efendimiz (sav)’in zamanında Kabe bir tamirat geçirmişti. O yıllarda Kabe’nin duvarları, ancak bir insan boyu yüksekliğinde idi. Üstü açık, taşlardan örülü bir binaydı. Kabe’ye ait malların çalınması ve şiddetli yağmurlardan dolayı duvarların bir kısmının yıkılması üzerine, Kabe’nin tamiratına karar verildi. Bu kararın alındığı günlerde, Cidde sahillerine gelen bir Rum gemisinin karaya çarparak parçalandığı duyulmuştu. Velid b. Muğire, Cidde’ye gidip gemiden artan keresteleri satın aldı. Bu arada Mekke halkı da, taş toplamaya sevk edildi. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de taş taşıyanlar arasındaydı.
Kabe’nin onarımı tamamlandı. Fakat sıra Hacer-ül Esved taşını yerine koymaya gelince, Mekkelilerin arasında anlaşmazlık çıktı. Çünkü her kabile, bu şerefli görevi kendisine layık görüyordu.
Ebu Ümeyye, aralarından bir hakem seçmeyi önerdi. Mekkeliler, aralarında hakemliğine güvenecekleri biri olmadığını söyleyince, Ebu Ümeyye, sabahleyin Safa kapısından gelen ilk zatın hakem olmasını teklif etti. Sabah, nihayet safa kapısında biri belirdi. Kendilerine yaklaşınca, gelen kişinin Muhammed-ül Emin olduğunu gördüler. O, aralarındaki en emin, en temiz ve en dürüst kişiydi. Hepsi de O’nu öyle tanır, öyle severdi. Hakemliğe de en fazla O’nun yakışacağını düşünerek, durumu anlattılar. Peygamberimiz (sav), tertemiz ridasını (yani hırkasını) çıkarıp yere serdi. Hacer-ül Esved’i üzerine koydu. Her kabilenin büyüklerinden bir kişinin, hırkanın kenarından tutmasını istedi. Taş yukarı kalkınca, mübarek elleriyle yerine yerleştirdi. Böylece her kabile bu şereften pay almış oldu. Herkes memnundu. Onun zekası karşısında kavga çıkmadan bu önemli bir iş halledilmişti.
HATÎM
Kâ’be’nin kuzeyinde Rükn-i Irâkî ile Rükn-i şâmî arasındaki batı duvarının karşısında, yerden 1 m yükseklikte 1.5 m kalınlığında yarım daire şeklindeki duvara denir. Hatîm, Kâ’be’den sayılır. Tavaf, Hatim’in dışından yapılır.
HICR-İ KA’BE (HATÎRA, HICR-İ İSMAİL)
Kâ’be’nin kuzey-batı duvarı ile Hatim arasındaki boşluğa denir. Buraya Hatîra ve Hicr-i İsmail de denir. Burada namaz kılıp dua edilir. Hz. İbrâhim (a.s.) ile oğlu İsmail (a.s)’ın yaptığı Kâ’be binası bu kısmı da içine alıyordu. M. 605 yılında yapılan tamirde bu kısım inşaat malzemesi yetmediği için Kâ’be dışında bırakılmıştır. Bu boşluk Hatîm adı verilen yarım daire şeklinde bir duvar ile çevrilidir.
MES’A
Hac veya umre yapan kimselerin, Safa ile Merve arasında, sa’y ettikleri yere verilen isimdir.
MEş’AR-İ HARÂM
Mekke’de, Arafat ile Mina arasında, Müzdelife’nin sonunda Kuzeh tepesinin civarına verilen isimdir. Bu yer, saygın olması ve burada haccın şiarlarından olan gecelemek, vakfe yapmak ve namaz kılıp dua etmek gibi ibadetler yapıldığından Meş’ar-ı Haram diye isimlendirilmiştir Hz. Peygamber (a.s.), burada sabaha kadar kalıp dua etmiştir
METAF
Tavaf edilen yer anlamına gelir. Mescid-i Haram içerisinde, Kâ’be’nin etrafında tavaf etmek için tahsis edilen yeri ifade eder.
MÎKAT
Harem Bölgesine veya Mekke’ye gelmek isteyen “Âfâkîlerin” ihrama girmeden geçemeyecekleri sınırları belirleyen noktalaradenir.

MİNA
Mekke ile Müzdelife bölgesi arasında bulunan Harem sınırları içinde kalan bölgenin adıdır. Büyük, orta ve küçük cemreler buradadır. Bayram günleri şeytan taşlama görevi burada yapılır. Hac ile ilgili kurbanlar burada kesilir.
MÜLTEZEM
Hacer-i Esved’in bulunduğu köşe ile Kâ’be kapısı arasında kalan kısma denir.
MÜZDELİFE
İleri geçmek ve yaklaşmak anlamındaki “izdilâf” kökünden türeyen “Müzdelife”, Arafat ile Mina arasında Harem sınırları içinde bir bölgenin adıdır. Mina ile Müzdelife arasında “Muhassır Vadisi”, Müzdelife sınırları içerisinde Kuzeh dağı üzerinde “Meşar-i Harem” adında bir tepe vardır. Akşam ile yatsı namazı cem edilerek kılındığı için Müzdelife bölgesine “cem’ ismi de verilmiştir
RAVZA-İ MUTAHHARA
Ravza-i Mutahhara.... işte sultanların sultanının, efendilerin efendisinin, iki cihan güneşinin, Allah’ın habibinin, insanların en sevgilisinin mübarek bedenlerinin bulunduğu mekan. Nice aşık gönüllerin gelmek için çırpındığı, gelemedikçe nice gözyaşlarının uğruna sellendiği o yüce mekan. Ne bahtlı sayar kendini gelebilen. Ah, ne bahtsız görür kendini gelemeyen. Kimi rüyasında görür, kimi hülyasında. Kimine de dünya gözüyle görmek nasip olur, bu tertemiz bahçeye girmek nasip olur.
Ravza-i Mutahhara, “temiz bahçe” demektir. Bu tâbir; Medîne’de Mescid-i Nebevî’de Peygamberimiz (a.s.)’in kabri ile minberi arasındaki bölüme denir. 10x20 = 200 metrekarelik bir alandır. Peygamberimiz (a.s.) “Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir” buyurmuştur.
Bir başka Hadis-i Şeriflerinde de Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Ölümümden sonra kim Haccını yapar, sonra da gelir kabrimi ziyaret ederse hayatımda iken beni ziyaret etmiş gibi olur.” Bu nedenle her hacının buraya mutlaka gelmesi gerekir. Üstelik diğer bir Hadis-i Şerif’lerinde de Peygamberimiz: “Kabrimi ziyaret edene de şefaatim gerekli olur,” buyurmuşlardır.
Ayrıca burada kılınan bir namaz, diğer mescidlerde kılınan bin namaz gibi sevap sağlar.


SAFA- MERVE
Kâ’be’nin doğusunda bulunan iki tepenin isimleridir. Bugün Mescid-i Haramın duvarı ile bitişik haldedirler. Hac menasikinden olan sa’y, bu iki tepe arasında yapılır.
ZEMZEM
Zemzem, Safa ile Merve arasından çıkmıştır. Kâ’be’nin doğusunda Yüce Allah’ın Hâcer ile oğlu İsmail’e ihsan ettiği suya denir.
Hz. İbrahim, Allah’ın emri ile Hacer validemizi ve oğlu İsmail (as)’ı Mısır’dan alıp ıssız bir beldeye götürdü. Burası Mekke idi.
Hz. İbrahim tarafından Mekke’ye getirilen ve çölde yalnız bırakılan Hacer, Hz. İbrahim’e hiç itiraz etmedi: ‘Burada beni bırakıp gitmeni sen mi istiyorsun, yoksa Allah mı istedi?’ diye sordu. Ve Allahın emri olduğunu öğrenince de kuşkusuz bir şekilde teslimiyet gösteriyordu. Hz. İbrahim de, yanlarına içi hurma dolu bir sepet ile su koydu. Ve gitti.
Bir müddet sonra yanlarındaki su bitti. Hacer validemiz su bulabilmek için Safa ve Merve tepeleri arasında 7 kez koşup durdu. Sonra gördü ki, Hz. İsmail’in ayağının dibinden su fışkırıyor. Büyük bir sevinçle Rabbine şükretti. Su biter korkusuyla kumdan bir havuz yaptı. Suya da “dur, dur” manasına gelen “Zem, zem!” dedi. İşte Zemzem suyunun kıssası budur çocuklar. Bu su, tevekkül ve teslimiyetin membaıdır adeta. Bu su, kıyamete kadar ümmete şifa olmaya devam edecektir. Hacer validemizin Safa ve Merve arasında 7 kez gidip gelmesi, Hac ve umre sırasında yapılan fiillerden birisidir. Kıyamete kadar da yapılacaktır.
MESCİD-İ AKSÂ
Mescid-i Aksa, “en uzak mescid” demektir. Bu güzel mescid, Kudüs’dedir. Beyti Makdis (kutsal ev) ismiyle de anılan ve Mescid-i Haram’dan sonra yeryüzünde yapılan ikinci mesciddir .
Mescid-i Aksâ, Müslümanlar için çok önemlidir. Çünkü burası, müminlerin ilk kıblesidir. Peygamber Efendimiz (a.s.)’in İsra olayında uğradığı, Miracın başladığı mesciddir. Sevgili Peygamberimiz (sav), Mekke Döneminde, Hicretten önce Mirac’a çıktı. Allah tarafından geceleyin Mekke’den alınıp, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya getirildi. Bu, yeryüzünde görülmüş en büyük mucizedir. Bu da, bu yüce mescidin önemini arttırmaktadır.
Ayrıca Mescid-i Aksa, Hz. İsâ’ya kadar bir çok Peygamberin namaz kıldığı mesciddir. Günümüzde Mescid-i Aksâ; Kudüste, Süleyman Ma’bedînin güney tarafındaki camiye denilmektedir. Peygamberimiz ibâdet amacıyla seyahat edilebilecek üç mescidden birinin Mescid-i Aksâ olduğunu bildirmiştir
Kuba Mescidi
Kuba, Medine’ye yaya olarak bir saatlik mesafede bulunan meskûn mahaldir. Bu gün Medine’nin bir mahallesi haline gelmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicret etmekteydi. Medine’nin ileri gelenleri, şehrin bir saat uzaklığındaki Kuba’da yerleşmişlerdi. Yüce misafiri ilk onlar karşılayacaklardı. Mübarek gölgesi belirince sapsarı çöl üzerinde, tekbirler getirmeye başladılar hep bir ağızdan…
Çölde süren bir haftalık yolculuktan bitkin düşmüştü Allah’ın Resulü. Kuba’da konakladılar. Ashabdan bazıları da O’nunla birlikteydi. Kendisinden üç gün sonra Hz. Ali de Mekke’den ayrılmıştı. Büyük bir cesaretle Peygamber’in yatağına uzanan bu yiğit zat, tek başına çölü aştı… Ku’ba’da Hz. Peygamber’e yetişti.
Allah Resulü, Buhâri’nin rivayetine göre burada on dört gün kalmıştır. Burada bulunduğu sürede bir mescid inşa ettirdi. Yapım çalışmalarına bizzat kendisi de iştirak etmişti. Bu, İslam dininin ilk kurulan mescidi idi. Ve Hz. Peygamber’in Medine’de ilk namaz kıldığı mescid, Kuba Mescidi oldu. Kuran-ı Kerim’de “İlk günden, temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit, içinde namaz kılmana elbette daha layıktır” anlamındaki ayette zikredilen mescit, Kuba mescididir.
Hz.Peygamber (a.s.), Medine’ye yerleştikten sonra da, genellikle cumartesi günleri binekle veya yaya olarak Kuba’yı ziyaret eder, mescitte namaz kıldıktan sonra Medine’ye dönerdi. Bir Hadis-i Şerifte, “Kuba Mescidi’nde kılınan bir vakit namaz bir umre yapmak gibidir” buyurulmuştur.
Kuba mescidini ziyaret edip burada iki rekat namaz kılmak müstehaptır.
Cuma Mescidi
Müminler, Cuma Mescidi’ne ayrı bir coşkuyla gelirler. Çünkü burası, ilk Cuma namazının farz kılındığı mübarek bir mekandır. Hz. Peygamber’in ayak bastığı kıymetli yerlerden biridir.
Resülullah, hicret yolculuğu sırasında uğradığı ve bir mescid inşa ettiği Kuba’dan Medine’ye gitmek üzere bir Cuma günü yola çıktı.
Yolu üzerinde bulunan Rânûna Vadisi’ne ulaştığında öğle vakti olmuştu. Hz. Peygamber, Cuma namazının farz kılındığını ashabına tebliğ buyurdular. Ve burada ilk Cuma namazını kıldılar. Namazın kılındığı bu yerde inşa edilmiş olan mesid, Cuma Mescidi adıyla anılmaktadır.
Baki’ Kabristanlığı (Cennetü’l-Bakî’)
Cennet-ül Baki... buram buram sahabelerin kokusunu taşıyan kutlu mekan. Sanki cennet bahçesi. Sanki o bahçede oturmakta sahabenin her biri. Öyle ya, ölü değil ki onlar. Bakıp da görebilene göre hala orada gezinmekte, oturmakta, ziyaret için gelenleri karşılamaktalar.
Mescid-i Nebevi’nin yakınında bulunan Cennet-ül Baki Kabristanlığı’nın yerini Hz. Peygamber (s.a.v) belirlemiştir. Kabristanlık olarak kullanılmaya başlamadan önce burası, “ğarkad” denilen bir tür çalılık ile kaplı idi. Bu sebeple “Ğarkad” diye de anılır.
Buraya muhacirlerden ilk defnedilen Osman b. Maz’ûn’dur. Daha sonraları Hz. Peygamber’in 16 aylıkken vefat eden en küçük oğlu Hz. İbrahim de buraya defnedildi. Yine Peygamberimiz (sav)’in kızlarından Hz. Rukiyye, Hz. Zeynep, Hz. Fatıma ve torunu Hz. Hasan da buraya defnedildi. Yine Peygamberimizin amcası Hz. Abbas ve halası Safiyye binti Abdülmuttalip de buradadır. Sahabenin ileri gelenlerinden Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa’d ibn-i Ebi Vakkas ve Ebû Hüreyre gibi bir çok sahabe, bir çok İslam alimi de burada bulunmaktadır.
Mescidü’l-Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid)
İslâm’ın ilk yıllarında namaz Küdüs’teki Mescid-i Aksâ’ya doğru kılınıyordu.
Resûlüllah’ın Medine’ye hicret etmesiniden on altı ay sonra idi. Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) Seleme oğulları mescidinde sahabileri ile birlikte öğle namazını kılıyordu. Namazın ilk iki rekatı tamamlandığı sırada kıblenin Mescid-i Haram olması yönünde vahiy geldi:
“(Ey Peygamberim!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme,) elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız yüzünüzü hep onun tarafına çevirin.”
Bu ayetin inmesi üzerine Peygamberimiz (a.s.) ve onunla birlikte namaz kılanlar yüzlerini ters yöne yani Mekke’deki Mescidi Haram yönüne çevirip namazı öyle tamamladılar. Böylece namazın ilk iki rekatı eski kıble olan Mescid-i Aksâya doğru, son iki rekatı ise yeni kıbleye, Mescid-i Haram’a doğru kılınmış oldu. Bundan dolayı içinde bir tek namazın iki ayrı kıbleye doğru kılındığı bu mescide, “İki Kıbleli Mescid” anlamına gelen “Mescidü’l- Kıbleteyen” denmiştir.
Uhud Şehitliği
Uhud’un kalbi bir başka atar bu topraklarda. Uhud belki de hala ağlar, Hz. Hamza’nın kalbine. Hala gözyaşı döker, Hz. Peygamber’in kırılan dişine. “Keşke şahid olmasaydım,” der Uhud belki de.
Kuşkusuz Uhud’un önemi bir başkadır İslam tarihinde. Uhud’a her gelen, o anı yeniden yaşamalı, dinin bütünlüğünün sağlanması için verilen mücadeleyi hiç unutmamalı.
Uhud, Medine’nin 5 km. Kuzeyinde yer alan bir dağın adıdır. Öyle sandığımız gibi koca bir dağ değildir. Daha çok bir tepeciği andırmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Hicretin 3. yılında, bu dağın eteklerinde Mekke’li müşrikler ile savaşmıştır. İslâm tarihinde Uhud savaşı diye anılan bu savaşta, Peygamberimiz’in amcası ve süt kardeşi Hz. Hamza, Abdullah b. Cahş, Mus’ab b. Umeyr, Hanzala b. Ebî Âmir ve Enes b. Nadr gibi kıymetliden kıymetli 70 sahabi şehit düşmüş ve buraya defnedilmişlerdir. Üzeri en fazla yeşil görünen kabir, Hz. Hamza’nın kabridir.
Uhud şehitliğinin ziyaret edilmesi müstehap görülmüştür. Hz. Peygamber (a.s.), “Uhud bizi sever, biz de kendisini severiz” buyurmuştur.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

çok güzelll